Bu metinde size, COVİD-19 korona virüsün yaratığı etkiden yola çıkarak “bilinçdışı” kavramından, psikanalizde Ego’dan ve tekinsizden bahsediyor olacağım. Bilinçdışı… Ona bu ismi veren Freud’tur ve bu kavram psikanaliz uygulamasının merkezinde bulunan en temel kavramdır.
Bilinçdışı terimi ilk kez; hipnoz etkisindeki hastaların anlattıkları ve hipnozdan uyandıklarında hatırlamadıkları anıların saklı tutulduğu yer için kullanılmıştır. O günden beri, bilinçdışı ismindeki gizemli yerin keşfi için sonu gelmeyecek bir çalışma başlamıştır. Sonu gelmeyecek çünkü; ne kadar ilerlersek ilerleyelim bu yerin tamamını keşfetmek imkansızdır. Pratik anlamdaki psikanaliz çalışması bu imkânsızlığın sınırına dayandığınızda son bulur. Kişi psikanaliz çalışmasını sonuna kadar sürdürmek zorunda değildir.
Psikanalitik bir çalışma daima bilinçdışını hedeflemelidir. Bunun olasılığı, çalışmayı yürüten kişinin – bazı durumlarda ona psikanalist denir – üstlenmesi gereken konumu ne derece üstlenebildiği ile ilgilidir. Psikanalist Jacques Lacan bu konumun tamamen üstlenilmesinin imkansız olduğunu söyler. Çalışmayı yürüten kişi için mümkün olan en doğru konum bu imkansıza yakın olmaktır. Konum sarsıldıkça çalışma hedefinden şaşacaktır ve bilinçdışı düzleminden uzaklaşacaktır. Çalışmayı yürüten kişi bu yüzden az konuşur. Çünkü bilinçdışına hitap etmeyen her sözü onu bu konumdan uzaklaştırır.
COVID-19 hakkında konuşurken de bilinçdışına hitap etmek niyetindeyim. Dolayısıyla virüsün yarattığı etkilerin bilinçdışı düzlemdeki yansımalarına odaklanacağım. Bunu yaparken Freud’un psikanalizde ele aldığı bir tema olan tekinsizden yola çıkacağım. Psikanaliz camiası salgının yarattığı en önemli etkinin tekinsizlikle ilişkili olduğu konusunda hemfikir. Devamında Freud’un id-ego-süperego topolojisindeki Ego kavramından faydalanıyor olacağım.
Freud “Tekinsiz” isimli makalesinde bu afekt ile ilgili ayrıntılı bir çalışma yürütür. Kelime orjinal metinde unheimlich olarak geçmektedir. Unheimlich kelimesi, Heimlich kelimesinin önüne bir olumsuzluk eki gelerek oluşmuş bir kelimedir. Heimlich; tanıdık ve dostça olan, eve ait olan, gizli kalması gereken(mahrem) anlamlarına gelmektedir. Unheimlich’te ise bunun tersi bir durum söz konusudur; yabancılık ve ifşa. Ancak Freud kelimenin etimolojisini izlediğinde heimlich kelimesinin başlangıçta unheimlich için de kullanıldığını görmüştür.
Başlangıçta tekin(heimlich) olan çift değerli(ambivalans) bir anlama sahipken, maruz kaldığı olumsuzlama(negation) sonucunda tekinsiz(unheimlich) olan parça kendisinden ayrılır. Dilde görmüş olduğumuz bu etkiyi bilinçdışında da görüyoruz. Freud “Olumsuzlama” isimli makalesinde, bilinçdışında “hayır”a yer yoktur, der. Bilinçdışında birbirine tamamen karşıt iki düşünce bir arada bulunabilir. Bu düşüncelerden bazıları ancak bir olumsuzlama sonucunda bilinç düzeyine çıkabilir. Örneğin; bir danışan seansta rüyasını anlatırken “Rüyamda gördüğüm kadın annem değildi” dediğinde danışanın annesinden bahsettiğini anlarız. Dil ve bilinçdışı bu anlamda bir paralellik gösterdiği için Lacan, dilin yasası bilinçdışının yasasıdır, formülünü geliştirir.
Tekinsizle ilgili bu bilgimizden yola çıkarak onu bir cümleyle şöyle tanımlayacağım: Eve ait olan ve mahrem olanın, dolayısıyla gizli kalması gerekenin, ortaya çıkmasıyla; bu ortaya çıkan şeyin yabancı olarak algılanması ancak aynı zamanda tanıdık da gelmesiyle algılanan afekttir. Kısaca hem yabancı olan hem de tanıdık gelen… Bunun salgınla ilişkisini kurduğumuzda, akla gelen ilk şey elbette evde geçirdiğimiz süredeki bu sıradışı artış olmalıdır. Bize hem yabancı olan hem de tanıdık gelen evimiz tekinsizin başlıca sorumlusudur diyebiliriz.
Freud’u izlemeye devam edecek olursak tekinsizin iğdişle ilişkisine de değinmemiz gerekir. Çünkü hedefimiz bilinçdışıysa şayet ona giden yol iğdişten geçer. Karşılaştığımız şeyin, iğdişin bizden alıp götürdüğü şey’in bir benzeri olması da tekinsize yol açar. Bu yaklaşım bize kaygı ve tekinsizin birbirine ne kadar da yakın olduğunu düşündürür. Aralarındaki ayrımı netleştirmek için Lacancı bir psikanalist olan Colette Soler’e başvuracağım. Ona göre iğdişle kaybedilenin benzeri; bir bedende karşımıza çıkarsa kaygı, bir imgede karşımıza çıkarsa tekinsiz yaratır.
Şimdi virüsün karşımıza çıkarmış olduğu tekinsizin izini sürerek iğdişi, yani kastrasyonu, ele alalım.
Gerçeklik düzleminde, evimizin tekinsizlik yarattığını söyledik. Rüyalarda ev zaman zaman egonun bir temsili olarak karşımıza çıkabiliyor. Lacan dil ve bilinçdışı üzerine yaptığı çalışmalarda, adına gösteren dediğimiz, dili oluşturan seslerin birbirinin yerine geçebildiklerini fark etmiştir. İlginç olan şudur ki gösterenler, bu yerine geçmelerin rastgele olmasına bile izin verir. Gösterenlerin düzleminde, yani bilinçdışı düzlemde, ev ve Ego’nun birbirinin yerine geçebildiği durumlar söz konusu oluyorsa ev hakkındaki düşüncelerimizi Ego’ya yönelterek kastrasyon hakkında bir şeyler söyleme fırsatı elde etmiş oluruz. Ego nasıl olur da tekinsizliğe yol açabilir?
Ego’nun oluşumu kastrasyonun sonucudur. İnsan, dil tarafından kastre edilir. Yeni doğan, ilkel bir insan olarak düşünülmelidir. Bu evrede çocuk için birincil narsisizmden söz etmek mümkündür. Bu birincil narsisizm kastrasyonla birlikte yara alır. Çocuğun birincil narsisizmi kastrasyona cevap olarak kendi ikizini, Ego’yu, üretir. Nevrotik özne için bu ikizler arasında küçük bir fark vardır. Daha sonra bu küçük fark ödipal sahneyi kurar. Psikotik öznedeyse kastrasyon işlevi eksik olduğu için ikizler arasında fark yoktur. Dolayısıyla ödipal sahne kurulamaz. Bu yüzden cinsellik onun için biraz sakattır. Libido, ancak Ego istasyonuna uğrayarak cinsel nesneye giden yolu kat edebilir. Nevrozda libidonun cinsel nesneden geri dönerek tekrar Ego’ya yöneldiği bir konsept yaygın olarak görülür. Psikozda ise libidonun hedefi olarak doğrudan Ego’nun kendisinin seçildiği söylenebilir.
Kastrasyona cevap olarak üretilmiş olan Ego, birincil narsisizm evresinden sonra tersine döner ve kastrasyona davetiye çıkartan bir imge olarak tekinsizi çağırır. Bunu daha iyi anlamak için Freud’un örneğine başvuralım. “İkiz (yani Ego), tıpkı dinlerin çöküşünden sonra şeytanlara dönüşen tanrılar gibi bir tekinsiz malzemesine dönüşür.” İnsanın birden bire kendi hayaletiyle karşılaşması gibi de düşünülebilir. Kastrasyonla birlikte ortaya çıkan Ego’nun, kastre edici bir unsur olarak imgeselde tekrar karşımıza çıkması tekinsiz yaratıyor. Tıpkı salgından önce bir sığınak olan evimizin salgınla birlikte bize sıkıntı veren bir ana mekan haline gelmesi gibi.
Karantina döneminin kendimizle baş başa kalmak için bir fırsat olduğu ne zaman dile getirilse bu fikre karşı sebebini anlamadığımız bir yabancılaşma içerisine gireriz. Çünkü bilinçdışı, Ego’nun – yani kendiliğin – tekinsizi davet edeceğini gayet iyi bilmektedir.